20 Aralık 2010 Pazartesi

Acımsı

Acımı haykırsam duyar mıydı kimseler? Ben ve benliğim dışında. Ya ben olmasam kim dindirecek acılarımı? Üzülen ve acıyan yine ben, yine ben. En iyi dostum kendim miyim peki? Bunu ben bile bilemiyorum.Bana sırdaş, bana dost, bana yoldaş kendim bile.
Benliğim bile bilemiyor...
Gökyüzünden damlalar düşüyor, benden damlalar içime düşüyor. Buz gibi yağmurda yanıyor gibi içim. Mantıksız, ama yanıyor. Yanıyor. Yanıyor.
Acımı dindirebilir miyim ki başkalarıyla konuşsam?
Anlarlar mı beni acep?
İşte bunu ben bile bilemiyorum. Bana sırdaş, bana dost, bana yoldaş kendim bile. Benliğim bile bilemiyor.

3 Aralık 2010 Cuma

Pürüzsüzlük

Aynaya bakıyorum, bakıyorum yüzüme ve görüyorum yaşlandığımı. Burnum kaşınıyor ve ağlamaya başlıyorum...
Ağlarkenki halime bakıp anlıyorum ki hayat, ayna kadar duru değil. Onun kadar pürüzsüz değil.
Yüzümü yıkamak için aynadan geri çekiliyorum.
"Derin bir nefes alıp aynadan çekilirken yere bakıyorum, ve hayatın ne kadar da mat olduğunu görüyorum."...

-Nattfödd.

Siyah

Renkler hayatımızın önemli bir yerini oluşturur. Müzik kadar önemlidir.
...bence.
Saçlar da renk taşır. Biraz ruhunuzu, biraz ondan, biraz bundan...
Rengi bir şey belirtir falan demeyeceğim, bilimsel bilgiler falan hani.
Ama şu günlerde gözüme siyah saç rengi çok hoş geliyor.
Bilmiyorum nedenini. Nedenini bilmemek garip, neden aramak daha garip.
Ama yüksek ihtimalle favori rengklerimin koyu mor ve siyah olmasından kaynaklanıyordur.
Bakın, neden aramadım. Demek ki ironi yapmaya çalışmadım.
Durup dururken ironi yapanlar da sadece yazı yazmış olmak için kasılanlar değil midir zaten?
...ah ah. Konudan konuya. Gördünüz mü? Nereden nereye...
Konudan konuya geçerken zaman geçiyor. Yaşlanıyoruz. Zaman hızlı, biz ondan da hızlıyız, yani biz çabuk yıpranıyoruz evet...

Bu arada, siyah değil. Kumral saç rengi.

1 Aralık 2010 Çarşamba

"Edebi"ler

İnsanlar sözleri kendilerini kasarak buluyorlar belli ki. Bir şeyler hesaplayarak ortaya bir kaç sözde "edebi" cümle çıkartıyorlar.
Kim ne kadar ünlü olmuşsa olsun, o ünlünün suratına bunu söyleyebilirim. Ateş fışkırtırcasına.
Çünkü asıl edebiyat, düşünülmeden; bir anda ağızdan çıkandır.

-Nattfödd.

30 Kasım 2010 Salı

Ozan

...ve işte yağmur gitmişti.
Nihayet ağacın altından çıkabilmişti. Paçaları çamur içinde, gitarı zedelenmiş olsa dahi.
Gökyüzüne ve dağlara bir baktı, yemyeşildi dağlar ve olabildiğine maviydi gökyüzü.
Elinde gitarıyla koşar adımlarla başka bir ağaç arıyordu, başka bir gece daha geçirebilmek için bir ağacın altında.
Bir ağaç gördü, ama ilerisinde de bir ışık. Bir kasaba görmüştü, ışıl ışıl. Oradan da gitar sesleri geliyordu. Durakladı. Ve gitarına baktı. Ardından gitti kasabaya, en iyi dostu gitarla.
Olmasa da 2 teli, yine de en iyi dostuydu gitarı. Canı pahasına koruyordu onu. Ve kasabaya girmeden önce son bir kere dokundu tahtadan ve soğuk gövdesine.
Kasabaya girdiğinde onu karşıladı ateşböcekleri. Ve başlıyordu işte ozanın garip serüveni...

26 Kasım 2010 Cuma

Yarattığım Her Küçük Kıvılcım

Bazen bu dünyada sadece ben varım gibi geliyor bana.
Diğer insanların varlığını kanıtlayamıyorum çünkü. Ve bu, işte bu sonucu doğuruyor.
Garip gelebilir, ama cidden öyle düşünmeye başlıyorum.
Başkalarının kaderlerini belirlermişcesine. Zaten, alınyazısı ya da kader terimlerine inanmıyorum. Her figüran kendi geleceğini, salisesi salisesine, kendi belirler.
Mesela, bir sarhoş, belirleyebilir mi kendi geleceğini? Tabii ki. Çünkü sarhoş olmuştur, içerken kendi geleceğini belirlemiştir zaten bir bakıma.
Ne baktınız, evet figüran. Hayatı bildiğiniz bir film olarak görüyorum. Herkesin kendine göre senaryosu var, başrol benim, geri kalanlar ya yardımcı oyuncu, ya da figüran. Yönetmen ise yok.
Yarattığım her küçük kıvılcım, insanların hayatına olumlu ya da olumsuz etki yaratıyor. Onları yakabiliyor da, gözlerine hoş da gelebiliyor.

-Nattfödd.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Siyah Uçurtma.

365 günden en siyahındayım.
Elimde bir ip parçası, ve siyah bir uçurtma. Etrafıma bakıyorum, dönerek. Tıpkı eski fotoğraflardaki gibi, siyah ve beyaz bugün...
Elimde de siyah bir uçurtma. Cebimde ise minik bir ayna var.
Aynayı çıkartıp kendime bir bakıyorum, mutlu, ama bembeyaz bir surat. Çoktan etrafın renklerine bürünmüşüm.
Ve elimde de siyah bir uçurtma... İçinde tüm umutlarım, hayallerim gizliymişcesine; sıkıca kavramışım onu. Kimse alamazdı onu benden.
Rüzgarı bekliyorum, ve elimde de siyah bir uçurtma...
Yavaş yavaş rüzgar esiyor, seviniyorum ve gülümsüyorum. Yüzüme çarpan sert rüzgar ise benimle aynı fikirde değildi sanki, suratımı parçalıyormuşçasına...
Ve rüzgar biraz daha sakinleşmişti, fısıldıyordu; bağırmıyordu artık.
En sonunda tüm hayal ve ümitlerimle, siyah uçurtmayı salıvermiştim. Uçurtma yükseliyor, yükseliyor ve yine yükseliyordu.
Çok sevinçliydim, kahkahalar atıyordum, delirmişçesine.
Uçurtma uçarken rüzgar bana yine sinirlenip bağırıyordu. Ve uçurtmayı kilometrelerce öteye sürüklemişti.
Onu kurtarmam artık imkansızdı, o beyaz surat daha da beyazdı, çok daha beyaz. O uçurtmayla beraber ne hayali, ne de umudu kalmıştı.
Gözümden süzülen bir damla yaş -hiç şüphesiz- sadece su birikintisi değildi elbet.
Benim yitirmiş olduğum umutlarım ardından söylediğim şarkıydı.
Ve şimdi elimde kayıp gitmiş olan umutlarım vardı...
-Nattfödd.